Gogh, Vincent Van Gogh... 1853 Hollanda doğumlu meşhur ressam... Bu ona dair ikinci yazım fakat kaçıncı tefekkürüm bilemiyorum. Sanki içimde bir yerlerde ona ayrılmış özel bir sahne var ve kendisi orada atıyor aşinası olduğum tüm çığlıklarını. O yirminci asrın vahşet dolu insanları arasında delilik ve dâhilik arasında mekik dokumuş bir âdemoğlu... Peki ya nedendir bu sürüncemeler? Yani neden bazısı yiyip bitirir de aklını, bazısı hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eder? Cevap basit aslında... Zira sadece sermayesi olanlar iflas eder. Son iki asırdır delilik kavşağına adım atmadan yaşayabilenler ancak akıl ve irade nimetinden öksüz kalan bedbahtlardır. Korkmayın korkmayın. Onlar yerler, içerler, uyurlar unuturlar ama asla delirmezler. Beceremezler... Zira yitirecek bir şeyleri yoktur!
Tablolarına bakıyorum Vincent'ın. Tablolarına bakıyor ve dumanlar görüyorum rengârenk nesneler arasında, kararsızlık görüyorum sonu belirsiz yollarda, kederler görüyorum fikir yorganına bürünüp uyuyan...
Mesela " Kafe Terasta Gece " tablosu. Ne kadar da kalabalıklar içinde yalnızlık kokulu... Belki de doğduğu coğrafya sebebiyle çocukluktan beri aşina olduğu, Hristiyan öğretinin yankılarıyla dolu. Zira Muharref İncil'e göre; " Önce söz vardı. Tanrı ile söz birdi... Sonra Tanrı ışık olsun dedi. Işık oldu." Ve İsa bunu "Sev" diyerek ortaya koydu.
Evet, işte bu tablo kafeden yansıyan ve Vincent’ın hasretini çektiği sarı ışığın yansımasıyla, "Yıldızlı Gece" nin yıldızlarıyla ve buğulu sokağıyla bize bu nasları okuyor. Okuyor da; "Pekii, sevgi nerede" diye sormadan edemiyor insan. Zira bu kafe sevenlerin değil unutulanların, unutmaya çalışanların ve unutmayı anlamaya ceht edenlerin buluştuğu bir mekân görünümünde. İşte tam da burada gezegenin ömrü bir film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden. Harpler, katliamlar, devrimler, kıtlıklar, cinayetler... İşte o dem anlıyor insan birçok şeyi. Bu kafe sevenlerin mekânı değil ve tablonun fısıldadığı kelimelerin arasında sevgi varlığını yitirmiş durumda. Çünkü insan sevmedi! Ve en çok da İsa'ya iman edenler etti bu ihaneti. Vincent da sevilmeyenlerin çölünde bir başına buldu kendini. Hani diyor ya İsmet Özel " Yaşamayı bileydim; yazar mıydım hiç şiir? " Vincent da öyle işte. Böyle bir kavim arasında yaşamayı öğrenemediği için yapıyor resimlerini.
Hayrete düşüyorum ve diyorum ki: Ya Rab nasıl bu kadar şey anlatır insanın yapıp ettikleri? Sonra daha iyi kavrayabilmek için ben de kendi kültürüme dönüyorum. Ve Mevlana'nın şaheserinin ilk kelimesi karşılıyor beni. DİNLE! Anlıyorum, bilmek istiyorsam her şeyi bir tarafa bırakmalı ve tabloyu dinlemeye devam etmeliyim. Ruhum kıvrım kıvrım. Ve ben dinliyorum!..