Biz aynı baharın çocuklarıydık.
Kimimiz gül,
Kimimiz karanfil,
Kimimiz papatya,
Kimimizde leylak,
Ve daha nice kendi baharını yaşayan çiçekler gibiydik.
Farklı renklerde, farklı kokularda, farklı şekillerdeydik.
Rengarenk çiçekler gibiydik,
Çocuktuk öyle saf öyle temiz,
Masumduk, sorgusuz, sualsiz, samimi ve içten…
Kimse ben daha güzelim deyip bir diğerine zarar vermemişti.
Bizde farklı kişiliklere sahip türlü türlü huylarımıza rağmen severdik, anlaşırdık birbirimizle.
Kardeştik, arkadaştık hep birlikte musmutlu bahar gibiydi günlerimiz.
Beraber sevinirdik, beraber üzülürdük.
Öyle masum kıskançlıklarımız vardı ama hiç zarar vermeyi düşünmezdik.
Çünkü çocuktuk her birimiz kendi rengimizde, kendi kokumuzla güzeldik.
Çabuk geçti bu güzelim bahar yıllarımız ve büyüdük
Kıskançlık, haset ve çekememezlik belirdi her birimizde ayrı ayrı
Büyüdük maalesef sadece kendi düşüncelerimiz daha kıymetli oldu .
Kendimiz için çalışıp çabalayıp kimseyle paylaşmaz olduk.
Kardeş kardeşin canıyken, rakibi oldu.
Neden diye sorarım kardeşlikten, arkadaşlıktan neyimiz eksildi de bu hallere düştük.
Üzülüyorum bu sahnelere.
Hep çocuk mu kalsaydık diyorum kendi kendime.
Şimdi ne değişmişti unutmuş muyduk o bahar yıllarımızı!
Gül karanfil den daha mı güzeldi, lale papatya dan daha mı asildi!
Neydi bu ego neyin tatminsizliğiydi bizdeki.
Bir canımız bir bedenimiz bir ruhumuz vardı.
Birbirimizi çekemez olduk.
İçimiz nefret, kıskançlıkla doldu taştı.
Oysaki kardeş kardeşe yoldaş, arkadaş arkadaşa sırdaş olmalı.
Daha çok sevmeli daha çok kollamalıyız birbirimizi,
Bu dünya baharı yavaş yavaş yerini ayaza bıraktığında sımsıkı tutunmalı mücadele etmeliyiz.
O çocuk samimiyetini kaybetmemeliyiz.
Sonra bir bir ayrıldığımız da dünya denilen misafirhaneden kalp kırmadan, üzmeden, nefret etmeden sevmeliyiz, sevilmeliyiz ki insan olmanın asilliğini yaşayalım.
Bu dünya baharının rengarenk çiçekleriyiz.
Her birimiz bambaşka güzellikte olan ilk bahar mevsimindeyiz...