Eskiden sinemalarda filmin herhangi bir anında, çoğu zaman tam ortasında film kopardı! Film yanardı ya da. Makinist uğraşır yanık bölümü keser sonra parçayı bantla birleştirir ve film arada bir miktar sahne atlanmış olarak oynamaya devam ederdi.
Hayat da bir nevi sinema filmi. Hepimiz kendi filmimizin başrol oyuncusuyuz. Her film senaryosu gibi bizlerin de senaryosu var: Alın yazımız veya kaderimiz.
Hepimiz bir bakıma kaderin bize biçtiği rolümüzü oynuyoruz. Bu arada rol gereği umutlarımız oluyor, gelecekten beklentilerimiz, planlarımız oluyor. Bunun için çalışıyor, çabalıyoruz. Mücadele ediyoruz. Bu arada üzülüyoruz, seviniyoruz, canımız sıkılıyor, işten başımızı kaldıramıyoruz. Daha bir yığın şey.
Çocukların okulu, yeni ev alma planlaması, gelecek sene oğlanın mezuniyet töreni, nişanlı kızın düğün hazırlıkları…
Sonra aniden filmimiz kopuyor. Ölüyoruz yani!
Her şey yarım kalıyor. Saatimizin akrep, yelkovan ve saniyesi duruyor. Cep telefonumuz susuyor. Ölüyoruz işte.
Çocuklarımızı daha iyi yaşatmak için, hanımın istediği pırlanta yüzüğü alabilmek için, gelecek yaz harika bir tatil geçirmek için, otomobili yenilemek için kendimizi tüketircesine, canımızı dişimize takarak, birçokrahatlığımızdan ödün vererek, hobilerimizden vazgeçerek, hastalığımızı umursamayarak, emekliliğimizi erteleyerek yoğun bir tempoda çalışırken işin tam ortasında ölüyoruz!
Ölüyoruz işte o kadar. Olan bize oluyor ve çoluk çocuk bir iki ay süren babasız, kocasız kalma travmasını atlatarak kendilerine biçilmiş olan rollerini oynayarak filmlerini çevirmeye devam ediyorlar.