Geçmiş deprem ve felaketlerde öldüğü gibi bu depremde de kırk binden fazla insanımız öldü!
Bir sürü mazeret ve gerekçe geveliyor yetkililer ve etkililer tabi!
Ama sonuçta olan ölene oldu.
Oysa şehir planlamalarını doğru dürüst yapsaydık, dikey değil de yatay yerleşim sistemini kursaydık, önüne gelene müteahhit belgesi vermeseydik bu kadar çok ölür müydük?
Ne hazin bir durum; bir gece yarısı yuvan kabrin oluyor! Evin mezarın oluyor! Oysa sabah erken uyanıp işimize gücümüze, okula, şirkete, daireye gidecektik. Arabamızın muayenesini yaptıracaktık, tapuda imzaya gidecektik, arkadaşlarla buluşacaktık... Ama sabah olmadı!
Bütün umutlarımız, hayallerimiz, planlarımız yok oldu! Öldük!
Ölmeyenlerimiz ya? Ölmekten beter oldu! Yurdunu, yuvasını, arabasını, eşyasını, varını yitirdi, sıfıra kaldı! Belki akşam yemeğini mükellef bir sofrada geçirmişken ertesi gün bir tas çorbaya muhtaç olmak! Günlerce iki ekmek bulamamak! Karın, kışın ortasında yalın ayak, pijama katında kalmak!
Cennet gibi bir ülkede ömrümüz cehennemi yaşamakla geçiyor; her yönden öyle! Sosyal, siyasal, ekonomik olarak hiçbir dönemde yüzümüz gülmüyor, halimiz düzelmiyor, başımız musibetten kurtulmuyor. Henüz ekonomik olarak yerlerde sürünürken ardından bu depremde yerle yeksan olduk!
Suçlu mu? Hepimiz, çocuklar hariç biz büyükler. Mağdur olan da biz, çoluk çocuk hepimiz!
Kararlarımızla, tercihlerimizle, inanç ve düşüncelerimizle bu hayatı, bu düzeni, bu kaderi kendimiz seçmişiz.