Birini övmek için de yermek için de acele etme, sözü bir durum yaşadıktan sonra ağzımdan dökülüverdi. Yaşanılan deneyimler her birimize birçok şey öğretiyor. Kişinin emeğine saygı bağlamında yaptığı işi takdir etmek insana yakışır ne hoş bir davranıştır. Peki bu takdiri alıp üstüne daha güzel çalışmalar yapmak yerine, haddini aşmak da bir o kadar kaba bir davranış değil midir?
Övmeyi de yermeyi de usulünce yapmak daha yerinde bir davranıştır. Çevrenizde siz de belki yaşamışsınızdır. Bir kişiyi sürekli eleştirip onu ötekileştiriyorlar. Başkaları bir davranışı yaptığında gruptan olduğu için eleştiri almaz, görmemezlikten gelirler. Diyelim ki, gruba dahil olmayan kişi bir hata yaptı. Herkesin diline ve dedikodu çemberine yakalanır ve artık onu takip etmeye diğer davranışlarında da eksik gedik yaptığı ne varsa didiklenmeye başlar.
Bazı değerlerimizi kaybediyoruz mu? Halbuki eskilerin ne güzel bir sözü vardır. “Marifet iltifata tabidir”. Ne demektir bu; bir kişinin başarısını takdir ederseniz başarının sahibi işine daha büyük bir şevkle sarılır. Tabi yapılan iltifatı da başta söylediğimiz gibi abartmamak ve tamam ben çok iyiyim bu konuda artık böyle devam edeyim demek yerine kendini geliştirmek kişinin gelişimine de olumlu katkıda bulunacaktır.
Bir de şöyle bir durum da yaşanabiliyor. Diyelim ki, birinin yapmış olduğu bir davranışı takdir ettiğinde bunu biraz süslediğinde karşındaki kişi şöyle diyebiliyor.- Şimdi üzerime bir sorumluluk yükledin ve artık hep iyi, doğru ve mükemmel şekilde davranmak zorunda gibi kendimi hissediyorum. Peki kişiyi takdirde etmeyelim mi? Diye soruyor gibisiniz. Bu durum aslında karşıdaki kişiyle kurduğunuz ilişkiye de bağlı, kişi sizinle ne kadar yakın olmak ne kadar samimi olmak ne kadar verici olmak istiyor. Bu bakımdan da ilişkinin akışına bakmak da fayda var. Eğer durum bu şekildeyse yapılan iyiliğe karşı teşekkür eder, geçersiniz.
Bu ilişki döngüsü ebeveynlerle, çocuklar arasında ise; yani şöyle izah edelim. Çocuğa sürekli olarak uslu, akıllı, üzmeyen etiketi yapıştırıldığında çocuk biraz yaramazlık yapmayı kendinde hak olarak görmeyecektir. Ne zaman bir aşırılık yapsa ne zaman içindeki çocuğa dokunsa çevresinden tek bir ağızdan -Hayır yapamazsın, sen uslu, akıllı bir çocuksun. Sen anneni üzmezsin, babanı üzmesin, teyzeni, dayını… üzemezsin sözü yükselir..Bu böyle devam eder. Çocuk artık kendi olmanın dışında başka bir etiketin çatısı altında günlerini geçirmek durumundadır. Çünkü burada ödül-ceza anında işlemektedir. Çocuğa verilen uslu, akıllı statüsünü tüm büyükler onaylıyorsa, çocuk neden yaramazlık yapsın ki, o uslu ve akıllı olmak zorundadır.
Yermek ve eleştiri konusunda başka bir noktada misal; yetişkin biri olarak ne kadar eleştiriye açığız. Tabi kişinin yapmış olduğu eleştirinin yapıcı bir eleştiri mi yoksa yıkıcı bir eleştiri mi olduğu da çok önemlidir. Buna rağmen birden tepkisel karşılık verebiliyoruz. Eleştirilerin içeriğinde öğüt ve akıl verme varsa bu da kişide savunma mekanizmasını devreye sokar. Hem söyleyeni hem söyleneni üzer ve bir davranış değişikliğini de beraberinde getirmez.
Kim yıkıcı bir eleştiriyi kabul eder ki?
Hele de çocuk yaşta yerilmek, sürekli yaptığı davranışları eleştirmek, gözdağı vermek çocukta kendisiyle ilgili sağlıklı bir benlik algısı oluşturmayabilir.
Dengeli davranmak kişinin, çocuğun kişiliğine yönelik eleştiriler yerine, davranışa odaklanmak ve -bu davranışın beni üzdü veya -beni şu şekilde etkiledi, demek karşıdaki kişide davranış değişikliğinin kapılarını açabilir.