Dünyamızı da ahiretimizi de cennete veya cehenneme çevirecek bir lütuf veya musibet..
Bir çocuk yetiştirmek, beklenen hasletlere sahip yeni bir nesil hazırlamak. Söylemesi kolay; ancak, bugün bataklıklarla dolu hayatın içinde boğuşurken hiç de kolay olmayan bir şey. Bütün kötü şartlara rağmen asla ihmal edilmemesi, gaflette bulunulmaması gereken bir görev. Bir canavarın ağzından avını almak kadar zor ama son derece önemli..
İnsan yeryüzünde eğitime ihtiyaç duyan tek varlıktır. O kadar ki, insan ancak eğitimle insan olabilir.
Eğitim, insanoğluyla yaşıt bir olaydır, insanı meleklerin üzerine yükselten, onu ideal bir varlık ve kainatın lideri yapan bir özelliktir.
Her ebeveyn çocuklarının en güzel şekilde yetişmesini, gelişmesini; ailesine ve topluma faydalı birer birey olarak hayata atılmasını ister. Ancak bu, sadece istemekle olmaz. Hem annenin hem de babanın üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi, dikkat, özen, sabır ve emek göstermesi gerekir.
Eğitim, terbiye; çiğin pişirilmesi, hamın olgunlaştırılması işlemidir. İnsanın beşer iken adam edilmesidir. Kendiliğinden olmaz. Zaman ister, sabır ister, emek ister. Bu işin yolunu yordamını bilen ehil insanlar ister. En mühimi, terbiye sürecinde yaşanılan zorluklar, nefse ağır gelen sıkıntılar karşısında sarsılmaz bir irade ister, azim ve çaba ister.
Eğitim denildiğinde, ilk akla gelen konu, nasıl bir insan yetiştirileceği sorusudur. Bunun cevabı inançlara, ideolojilere, kültürlere ve medeniyetlere göre değişir.
Bir hastalığın şifasında en önemli aşama hastalığın teşhisidir. Teşhisi yapılamayan veya yanlış teşhis yapılan hastalığın tedavisinde başarılı olunamaz. İçinde bulunduğumuz şu ortamda çocuklardan şikâyetçi isek önce teşhis koymalı ona göre tedavi sunmalıyız.
Bir binanın temeli ne kadar sağlam ise o binanın afetlere dayanıklılığı da o denli çoktur. Çocuklarımızın da temelde aldıkları eğitim ne kadar iyi olursa, bu eğitimin hayatlarına yansıması o kadar olumlu olur.
Rabbimiz bizi, ailemiz ve çocuklarımız konusunda dehşetli bir uyarıyla ikaz ediyor:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan o ateşten koruyun” (Tahrim Suresi,6)
Peygamberimiz sorumluluklarımızı hatırlatıyor:
قالَ رسولُ اللّه: كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ
Hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. (Sünen-i Tirmizî, Cihad 27)
عن أبى هريرة قال: قال رسولُ اللّهِ: مَامِنْ مولودٍ إلاّيولدُ علَى الفطرةِ . فأبَواهُ يُهَوِّدَانِهِ أوْ يُنَصِّرَانِهِ أوْ يُمجّسَانِهِ
Ebu Hureyre (r.a.)'dan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her çocuk, İslam fıtratı üzere dünyaya gelir. Ebeveyni (Yahudi ise) onu Yahudi; Hıristiyan ise onu Hıristiyan; Mecusi ise onu Mecusi yapar." (Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22)
İmam Gazali, fıtrat hadisini esas alarak, çocuğun kalbini “tertemiz, bomboş, saf, her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak tanımlar.
Demek ki dünyaya gelen her çocuk, Müslümanlığa yatkın bir fıtratta gelir. Annesi ve babası Müslümansa, çocuk Müslüman olarak yetişir; eğer Yahudi, Hristiyan veya Mecusi ise onların vermiş olduğu ahkam ve ahlakla yetişeceğinden aynen onlar gibi olur.
Allah (c.c.) her insanın hamurunu tevhid inancını kabullenecek şekilde yaratmış; o hamura şekil verme görevini de bizzat anne-babaya vermiştir.
Çocuklarımız, ekmek yapılmaya hazır hamur gibidirler. Hamur usta bir fırıncının elinde ise, ona vereceği güzel bir şekille pişirdikten sonra insanın karnı tok olsa bile yemek için canı çekerken, iş bilmeyen bir ekmekçinin baştan savma ve yenmeyecek kıvamda pişirdiği ekmeği aç da olsa, yemekte zorluk çeker.
Çocuğu iyi yetiştirmenin temel prensibi; her şeyden önce, çocuk yetiştirme meselesini ciddiye almaktır. Çünkü ciddiye alınmadan hiçbir şey başarılamayacağı gibi, bir aile için en önemli mesele olan çocuk yetiştirme işi de başarılamaz. Çocuk büyütmek başka, çocuk yetiştirmek ise çok daha başka bir şeydir. Çocuğu okula göndermek, yedirip içirmek, giydirip gezdirmek, onu yetiştirmek demek değildir. Eğer öyle düşünülürse -ki günümüzde maalesef bu düşünce hakim- , bedeli ağır olur.
Çocuk, ilgilenmeseniz de büyür ama ilgilenmeseniz yetişmez. Yetişmenin ise iki boyutu var. Birincisi: İnsanî vasıflarıyla üstün bir insan olmak; yani, gerçek anlamda eğitim. İkincisi ise, ufku açık, üstün bilgi ve becerilerle donanmış bir insan olmak; yâni, gerçek anlamda öğretim. Bu ikisi, bir kuşun kanatları gibidir. Çocuk çift kanatlı yetiştirilirse, şahsiyeti dengelenir; daha değerli ve başarılı bir insan ortaya çıkar. Fakat sadece iyi olmak yeterli olmadığı gibi, tek başına üstün bilgi ve beceri düzeyi ise hiç yeterli değildir. Hatta insanî vasıflardan mahrum bir üstünlük, tehlikeli olur. Çünkü canavarın eline teknoloji verilmez. Para hırsını, insanî duygularının, vicdanının, milli ve manevî değerlerinin önüne koyan bir mühendisin, yöneticinin eline devlet sırlarının verilmemesi gerektiği gibi. Onun için önce; vicdanının sesini dinleyen, iyi insanlar yetiştirmek lâzım.
Cennet çiçeği çocuklarımız bize tertemiz olarak emanet edilir. Onları fıtrat üzere yetiştirmek bizim asıl görevimizdir. Bunu ne kadar yapıyoruz? Çocuğumuzun midesini düşündüğümüz kadar, gönlünü doyuruyor muyuz?
Her Müslüman anne-baba, çocuklarının imanı kuvvetli, ameli salih olsun, kendilerine itaat etsin ister. Peki, bunun için çocuğumuza ne zaman hangi bilgileri öğreteceğimizi ve nasıl eğiteceğimizi düşündük mü? Bunun için ne kadar zaman ayırdık?
Aile bir hayat okuludur. Bu okulun ilk öğrencileri, ilk öğretmenleri, ilk önderleri, öncüleri anneler ve babalardır.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman görürüz ki; birçok peygamber, Allah'tan çocuk nimetine sahip olabilmeyi istemiştir.
Meselâ Hz. Zekeriyya (a.s.) Allah Teâlâ’ya şöyle niyaz etmiştir:
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ
"Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi."(Al-i İmran Suresi, 38)
Hz. İbrahim (a.s.)'da Allah'a şöyle yalvarmıştı:
رَبِّ هَبْ لِي مِنْ الصَّالِحِينَ فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ
"Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi. İşte o zaman biz O'nu (İbrahim'i) halim (uslu) bir oğul (İsmail) ile müjdeledik."(Saffat Suresi, 100-101)
ÇOCUK YETİŞTİRMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALI?
Bu soruya farklı farklı cevaplar verebiliriz. Ama en doğru cevap “daha çocuğunuza eş adayı ararken” olmalı. Damat veya gelin adayı için evi, arabası, yatı, katı sorgulanırken benim torunuma iyi bir anne veya baba olabilecek mi? sorusu gelecek nesilleri kurtaracak en önemli şifredir. Çocuğun manevi eğitimini eş seçimiyle başlatan din âlimleri, uygun bir eş seçilmediği takdirde çocuğun ilk ve temel okulu olan evde taşların hiçbir zaman yerli yerine oturmayacağını haklı olarak öne sürerler. Aileyi oluşturan kadın ve erkeğin aynı inanç ve kültür yapısında olmaları, gelecekte ikram edilecek çocuğa verilecek eğitimde tutarlı olmayı da sağlayacaktır.
عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ)صلعم(: تُنْكَحُ الْمَرأةُ لارْبَعِ خِصَالِ: لِمَالِهَا، وَلِحَسَبِهَا، وَلِجَمَالِهَا، وَلِدِينِهَا. فَأظْفَرْ بِذَاتِ الْدِّينِ، تَرِبَتْ يَدَاكَ.
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki: "Kadın dört hasleti için nikâhlanır: Malı için, nesebi (asaleti) için, güzelliği için, dini için. Sen dindar olanı seç de huzur bul." (Buharî, Nikah 15; Ebu Davud, Nikah 2)
Her ne kadar yukarıdaki hadis kadın üzerinden bir değerlendirmede bulunuyorsa da aynı durum erkek için de geçerlidir. Hem de kıyamete kadar.
Çocuğu iyi bir okula kaydettirmek diye bir cümle var. Bundan çok daha önemlisi iyi bir anneye kaydettirmektir.
Müslüman bir anne baba için, doğum öncesi dönemi “tedbir,” 0-6 yaş dönemi “telkin,” 7-10 yaş dönemi “teşvik,” 10-14 yaş dönemi “ikaz,” 14 yaş üzeri ise “müsamaha dönemi” olarak isimlendirilebilir.
Çocuğunuza iyi bir eş buldunuz sorumluluk bitti mi? Hayır daha yeni başladı. Çocuk daha anne rahminde iken anne-baba kötü alışkanlıktan uzak durmalı ve helal gıda ile beslemelidir.
Yediğimiz, içtiğimiz gıdaların sağlığımıza ve karakterimize tesiri artık şüphe götürmez bir gerçektir.
Davranışları ve huyu hoşumuza giden birisinden bahsederken “Helal süt emmiş” deriz. Çünkü helal olmayan rızkın insanın ahlakını, huyunu, suyunu bozacağına inanırız.
Çocuğun İslam fıtratı üzere yetiştirilmesi için ilk yapılması gereken şey, helal lokmadır. (İmam-ı Gazali)
Bu konuda Şeyh Vefa hazretlerinin hayatından bir kıssa bize önemli dersler vermektedir. Şöyle ki; şeyh Vefanın küçük yaşta oğlu vardır. Mahalleye gelerek kırbalar içinde su satan sâkîlerin kırbalarını çivi ile delmekte ve su satıcılarını mağdur etmektedir. Bu durum su satıcılarını dayanılmaz hale getirince durumu şeyh Vefa hazretlerine söylemeye karar verirler ve uygun bir zamanda söylerler. Şeyh Vefa hazretleri çocuğuna kızmak yerine eşine durumu sorar ve “Hanım, çocuğumuz böyle böyle işler yapmış. Ben eve gelene kadar çok düşündüm. Ağzıma haram lokma koyduğumu hatırlayamadım. Hele sen de bir düşün, belki senin hatırlayacağın bir kusurumuz olmuştur der ve eşi şöyle bir hali hatırlar. Çocuğuna hamile olduğu günlerde komşusuna ziyarete gittiği bir gün komşusunun evindeki limonu çok canı çekmiş ve başörtüsünün iğnesiyle limonu gizlice delip suyunu içmiştir. Şeyh Vefa artık çocuğunun yaramazlık sebebini anlamıştır. Eşine komşusundan helallik almasını ister, eşi de aynısını yapar. Gerçekten de çocuk o günden sonra mahalleye gelen su satıcılarına sataşmaz olur. Bu kıssa bize çocukların yanlışlarında anne ve babanın tesiri olduğunu göstermektedir.
Günümüzde artık tesbit edilmiştir ki; Ana rahmindeki bebekler 16.haftada duymaya başlamaktadır. 24. haftadan itibaren ise, dış dünyadaki sesleri duymaya, kaydetmeye ve yorumlamaya başlamaktadır. 32. haftada duyduğu sesleri hatırlama ve ona göre tepki gösterebilme kabiliyetine sahiptirler. Yapılan çeşitli araştırmalarda huzursuz davranışlar sergileyen ve sürekli ağlayan bebeklere, anne karnında kendisine dinletilen müziklerin yeniden dinletilmesi sonucunda rahatlayıp uykuya daldıkları görülmüştür.
Gelişen Zihin kitabının yazarı Ellen Galinsky kitabın girişinde
“Çocukların doğduktan 6 saat sonra duygusal belleklerinin geliştiğini biliyor musunuz? Diye yazısına başlar.
Din eğitimine başlama yaşı kaçtır? Bu konuda farklı görüşler ileri sürüldüğü bilinmektedir. Bir grup eğitimci din eğitimini zekâ gelişimi ile ilişkilendirerek ergenlik çağına doğru çekilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Diğerleri ise din eğitimini duygu ile ilişkilendirerek erken yaşlarda başlanmasını doğru bulmaktadırlar.
Biz din eğitiminin duygu yönü ağır basan bir olgu olduğunu düşünüyor ve erken yaşlarda başlanması gerektiğine inanıyoruz.
Bu durum özellikle çocukluk döneminde din eğitiminin gerekliliği ile birlikte din eğitiminin nasıl olması gerektiğinin önemini ortaya koymaktadır. Nasıl ki, iyi ürün elde etmek için çiftçinin işlediği toprağın ve ekinin özelliklerini iyi bilmesi, sanat eseri koyabilmek için bir heykeltıraşın işlediği mermerin cinsini ve özelliklerini tanıması gerekiyorsa, çocuğun eğitiminden sorumlu olanlar da çocuğu bedenî ve ruhî tüm özellikleri ile tanıması gerekmektedir. (Muhammed Ali YAZIBAŞI Çocukluk Döneminde Din ve Din Eğitiminin Çocuklara Kazandırdıkları, s;11-12)
Çocuk 1 haftalık olunca sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okunmalı, aileye yakışacak dinine, milletine, tarihine uygun isim verilmelidir. Sırf modernlik olsun diye anlamsız isim verilmemelidir. Farkında mısınız? Bugün çocuklara verilen isimlerin bir kısmının ne kadar anlamsız olduğu sözlüklere kısa bir göz atma ile görülebilir. Çocuklara verilen isimlerin onların karakterine tesir ettiği artık tesbit edilmiş bir gerçektir. (Prof.Dr. Nevzat Tarhan, isminiz kişiliğinizi oluşturuyor. nevzattarhan.com)
Peygamberimiz “çocuğu güzel terbiye etmek ve ona güzel bir isim vermek, evladın anne baba üzerindeki hakkıdır” ve “Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Öyleyse çocuklarınıza güzel isimler koyunuz.” Buyurmuştur.( Ebû Dâvûd, Edeb, 61)
Çocuk konuşmaya başlayınca güzel sözler öğretilmelidir. Allah, peygamber gibi dini terimleri duymayı ve demeyi öğrenmelidir.
Evinize bir muhabbet kuşu alıyorsunuz. Ona iki kelime konuşmayı öğretebilmek için dokuz takla atıyorsunuz. Allah size harika bir kuş gibi evlat vermiş. Ona muhabbet kuşundan daha fazla ilgi göstermek zorunluluğumuz yok mu?
Anne ve baba çocuğuna örnek olmalı, hatta dede ve nine de örnek olmalıdır. Çocuğa, anlamaz denilerek yalan söylenmemelidir. Çünkü çocuklar attığımız adımların fotoğrafını çeker.
Belki doğrudan değil, ama dolaylı yoldan çocuğa yalanı biz öğretiyoruz. Telefona cevap vermeye giden çocuğuna, “Beni filanca sorarsa evde yok dersin,” diyen bir baba veya anne dolaylı yoldan çocuğa yalan söylemeyi öğretmektedir. Yine okul yıllarında nasıl kopya çektiğini, bulduğu yeni kopya çekme usulleriyle öğretmenini nasıl atlattığını övünerek anlatan bir baba çocuğunu kopya çekmeye ve kolay yoldan not almaya özendirmektedir. (Ali Çankırılı, Çocuğun Manevi eğitimi)
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur.
Eğri ağacın gölgesi doğru olmaz.
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.
Arabanın ön tekeri nereye giderse arka teker de aynı yere gider.
Oğlan babadan görür at oynatmasını, kız anadan görür sofra donatmasını!
Armut dibine düşer.
Üzüm üzüme baka baka kararır.
Anasına bak kızını al.
Gibi atasözleri çocuk eğitiminde örnek olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Biri, İbn-i Haldun’a sordu:
"Çocuklarımızı nasıl terbiye edelim?"
İbn-i Haldun dedi ki:
"Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Zaten size benzeyeceklerdir. Kendinizi terbiye edin yeter."
Kendini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. O yüzden “çocuklar istediğiniz gibi değil yetiştirdiğiniz gibidir” denmiştir.
KABAHAT ÖKÜZDE
Nasreddin Hoca’nın ahırdan kaçan buzağısı, bahçenin altını üstüne getirmiş.
Merhumun diktiği sebzeleri ezmiş, harap etmiş. Hoca kızmış, ahırdaki öküzü dövmeye başlamış. Görenler:
—Hoca Efendi! Öküzün ne suçu var ki döversin? Demişler.
Hoca:
—Siz karışmayın! Demiş; bütün kabahat öküzde… Doğru dürüst terbiye verseydi, buzağı bu işleri yapar mıydı?
İşlenmeyen tarlayı yabani otlar sarar, kaplar.
Çocuklar donmamış beton gibidir. Üzerine ne düşse iz yapar.
Küçük yaşta verilen eğitim taşa kazıyarak yazı yazmak gibidir. İleri yaşta eğitim suya yazı yazmak gibidir.
Bu ve benzeri güzel ifadeler “çocuk daha küçük ne anlar!” şeklindeki düşüncenin ne kadar yanlış olduğunun göstergesidir.
Eğitimde “Oyun Çağı” olarak da adlandırılan bu dönemde çocuğun el becerilerine, oyuncaklarına ve oyun faaliyetlerine dinî unsurlar katılmalıdır.
Yavrumuz evde namaz kıldığımızı, dua ettiğimizi, ezana saygımızı, bir işe başlarken besmele ile başladığımızı, Kur’an okuduğumuzu görmeli, toplu ibadetlerimize ve kitap okuduğumuza şahit olmalıdır.
Bu dönemde en önemli eğitim vicdan eğitimidir. Bilgiler unutulsa da çocuğun ruh dünyasını şekillendirecek merhamet, sevgi, saygı, sorumluluk bilinci gibi insani değerler bu dönemde oluşur.
Anne ve baba çocuğunu hayırlı olması için sürekli dua etmelidir. Çünkü peygamberimiz “babanın evladına duası peygamberin ümmetine duası gibidir” der. (Camiüssağir-4199)
Kur’an-ı Kerimde bu konuda dua örneklerini görüyoruz.
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
“Rabbim, beni ve zürriyetimden gelecekleri namazı dosdoğru kılanlardan eyle! Rabbimiz, duamı kabul buyur!” (İbrahim Suresi, 40)
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ
“Rabbimiz ikimizi de sana teslim olmuş kimselerden kıl ve soyumuzdan yalnız sana teslim olmuş bir ümmet çıkar.” (Bakara Suresi,128)
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ
Hani İbrahim şöyle demişti: “Rabbim, şu şehri emniyetli kıl. Beni de oğullarımı da putlara kulluk etmekten uzak tut.”(İbrahim Suresi,35)
قالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Dedi ki: “Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih amel işlememi ilham et ve soyumdan gelenleri de salih kimseler kıl. Gerçekten ben tevbe edip sana yöneldim ve gerçekten ben müslümanlardanım.” (Ahkaf Suresi.15)
Sohbetimizin başında okuduğumuz ayette de “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak, mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl” (Furkan Suresi,74) diye dua etmemiz önerilmektedir. Gördüğünüz gibi peygamberler duasında çok mal, zenginlik gibi dünyevi şeyler istemiyor. İyi bir kul olmak için ne gerekiyorsa onlar talep ediliyor.
Hz Aişe (r.anha) rivayet ediyor; peygamberimiz kucağına bir çocuk aldığı zaman “ Allah’ım onu iyi muttaki ve reşit eyle! İslam üzere büyüt! Diye dua ederdi. Bizden de bu minval üzere dua etmemiz isteniyor.
Hayatta çocuklarımızın ayaklarına batan dikenler, ya bizim ektiğimiz, ya da biçmediklerimizdir. “Biçtiğini beğenmiyorsan ektiğine bakacaksın” sözü örnek olma görevimizi layıkıyla yapıp yapmadığımızın bir aynası olduğunu göstermektedir.
Bir Çin atasözü olarak ifade edilen;
Bir yıl sonrasını düşünürsen tohum ek,
On yıl sonrasını düşünürsen ağaç ek,
Yüzyıl sonrasını düşünürsen insan yetiştir.
Cümlesi, geleceğimizin kaderini ve karakterini bugünkü yetiştirdiğimiz çocukların belirleyeceğini veciz bir şekilde ifade ediyor.
Çocuğa yapılan yatırım en pahalı yatırımdır. Çünkü geleceğe yapılmış bir yatırım olması sebebiyledir. Meyvesini yıllar sonra verecek bir yatırım..
GELECEĞE FİDAN DİKME
Abbasi Halifesi, Harun Reşit bir gün atına binip Bağdat’ın dışına çıkar, yol kenarında yaşlı bir zatın hurma fidanı dikmekte olduğunu görür. Yaşlı bir adamın hâlâ fidan dikmeye uğraşmasını biraz garip bularak sorar:
Baba, der ne yapıyorsun, bu yaştan sonra fidan mı dikiyorsun?
Evet, oğul, der, görüyorsun ya hurma fidanı dikiyorum.
Peki, diktiğin bu hurmalar kaç senede meyve verecek dersin?
Hiç belli olmaz oğul; beş senede, on senede, hatta yirmi senede ancak meyve verenler de olur.
Demek ki diktiğin hurmaların meyvesini senin yemen, biraz şüpheli. Madem ki sen hayatta iken meyve vermeyecek, o halde bu zahmetleri neden çekiyor; meyvesini yiyemeyeceğin fidanları dikme meşakkatine neden katlanıyorsun?
İhtiyar bu defa şu cevabı verir:
Oğul, bizden evvelkiler dikip gitmişler, biz onların diktiği fidanların meyvesini yedik. Şimdi ise sıra bize geldi, biz de dikelim de bizden sonra gelenler yesinler.
Cevap hoşuna giden Harun Reşit:
Baba, güzel konuştun, al bunu, der. Kendisine bir kese dolusu altın atar. Altın kesesini havada kapan kıvrak zekâya sahip ihtiyar:
Allah’a hamd ederim ki, başkalarının diktiği fidanlar senelerce sonra meyve verdikleri halde, benim diktiklerim işte bu anda meyvesini verdi, der.
Harun Reşit, bu söze de hayran olur, ihtiyara bir kese dolusu altın daha atar. Aksakallı zat, bu sefer de şöyle söylenir:
Allah’ıma şükür olsun ki, başkalarının diktiği fidanlar senede ancak bir defa meyve verdiği halde, benimkiler iki defa meyve verdiler!
Halife, ihtiyarın bu sözüne de hayran kalır ve tekrar çıkardığı bir kese altını daha atarak, yanındaki vezirine:
Burada daha fazla konuşmayalım, yoksa bu ihtiyar bizde para bırakmayacak, diyerek oradan hızla uzaklaşır.
Bu hikâye bize bir ülke için yapılacak en önemli yatırımın, özellikle çocuklara ve gençlere yapılan yatırım olduğunu göstermektedir.
En tembel adam bile tohum ekebilir. Marifet ektiğine bakabilmektir.
Eğitim, sabır, koordinasyon, akıl ve süreç isteyen bir olgudur.
BAMBU AĞACI ÖRNEĞİ
Bambu ağacının yetişmesi, eğitimde ısrarlı bir tutum sergilemenin güzel bir örneğidir.
Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru sudur: Şimdi bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı, yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Bu sorunun cevabi tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?
Bir gazeteci olan jakob Riis in şu cümleleri de dikkat çekicidir;
“Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.”
Eğitimde sabır ve azime güzel bir örnektir yukarıdaki cümleler.. Eğitimin sihirli bir değnekle bir anda olmadığını gösteren anlamlı düşünce..
ÇOCUK EĞİTİMİNDE OKUL DÖNEMİ
Kişilik oluşumu ve gelişiminin yüzde yetmiş veya seksen gibi büyük bir kısmı altı-yedi yaşlarında tamamlandığı bilinen bir gerçektir. İlkokul çağına geldiğinde yavrumuz açısından pek çok şey için artık geç olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak her şey bitmiş değildir.
Bu dönem, akılcı öğrenme çağı” olarak da adlandırılır. Artık katı bir somut düşünce safhasından, daha esnek, hatta soyut konuları da bir dereceye kadar anlayabileceği bir döneme girdiği söylenebilir. Çocuklar artık bilgiyi itirazsız kabul etmezler; onları akıllarıyla kavramaya çalışırlar.
Haklı-haksız, suç-ceza, sevap-günah, cennet-cehennem gibi soyut kavramların anlaşılmasına yardımcı olan zihni gelişim ancak bu yaşlarda teşekkül etmeye başlar.
7-10 yaş arasında çocuğun din eğitimi namaz eksenli olarak yürütülmelidir. Nitekim peygamberimiz bu yaştaki çocukları namaza alıştırmamızı ısrarla tavsiye etmekte ve
مروا أولادكم بالصلاة وهم أبناء سبع سنين
7 yaşına geldiği zaman çocuğunuza namaz kılmayı emredin…( Ebû Dâvud, Salat 25) buyurmaktadır.
Gusül -Abdest -Temizlik, Kur’an-ı Kerim, Dua, Tesettür, Dini Sosyalleşme, Sorumluluk duygusu ve bilinci, Zaman bilinci vb. hepsi bu dönemde öğrenilmekte ve şekillenmektedir.
Buluğ çağına kadar dinî açıdan sorumlu sayılmayan çocuklara karşı hoşgörülü ve müsamahakâr olunmalıdır.
Kişi çevrenin çocuğudur. Çevrenin olumsuz tesirlerine karşı anne-baba çok dikkatli olmalı, olumsuz ortam ve arkadaş çevresine karşı tedbirli davranmalıdır. Nitekim sevgili peygamberimiz;
“Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45. Ebû Dâvûd, Edeb, 16) buyurmuştur.
Şimdi kendimize şunları soralım:
Çobanlık vazifemizi yaptık mı? Örnek olduk mu? Ne verdik ne istiyoruz? İnançsız, idealsiz, gayesiz, ruhsuz, başıboş gençler kimin eseri? Dışarıdan ithal etmediğimize ve gökten zembille inmediklerine göre?
Elbisemin ütüsüne, ayakkabımın boyasına, arabamın modeline gösterdiğim dikkat ve titizliği çocuklarımın eğitimi için de gösteriyor muyum? Takip ettiğim dizinin veya programın bir sonraki bölümünü merak ettiğim kadar çocuğumun nelere yöneldiğini merak edip takip ediyor muyum? Yoksa çocuklarımız giyip eskittiğimiz elbise ve ayakkabıdan daha mı değersiz?
Geriye dönüp baktığımda ne görüyorum? Nasıl bir çocuk bıraktım?
Yüzü ağartan çocuk mu, yüzü kızartan çocuk mu?
Övünülecek çocuk mu, dövünülecek çocuk mu?
وعن أبي هُرَيْرَةَ رَضيَ اللَّه عَنْهُ أنَّ رسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « إذا مَاتَ الإنسَانُ انقطَعَ عمَلُهُ إلاَّ مِنْ ثَلاثٍ : صَدقَةٍ جاريَةٍ ، أوْ عِلم يُنْتَفَعُ بِهِ ، أَوْ وَلَدٍ صَالحٍ يَدعُو له » رواه مسلم
Peygamberimiz “insan öldüğünde amel defteri kapanır. Ancak üç sınıf insanın hariç! Buyurur. Bunlardan biri de anne babanın arkasından hayır dua ile anacak evlattır. (Müslim, Vasiyyet 14)
Öldüğünüz zaman sizin arkanızdan hayır dua edecek evlat sayesinde yeniden hayat buluyorsunuz.
Küçükken elimize yapışan çocuğumuzun, ahirette yakamıza yapışmasını istemiyorsak ona dinini, İslam ahlakını öğretmeli, sadece dünyasını değil, ahiretini de kurtarmaya çalışmalıyız.
Sohbetimizi Peygamberimizin şu hadis-i şerifiyle bitirelim “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizi, Birr, 33)
kaynak: online vaaz