Şimdiye kadar ki, hayat yolculuğumda fark ettiğim önemli konulardan biri de insan ilişkilerinde en önemli başlığın “anlamak ve anlaşılmak” olduğudur.
İnsanoğluna; geçmişten günümüze baktığımızda, teknolojik gelişmeler, bir çok konuda yapılan yenilikler, bunların ilişki ve iletişimi daha da kuvvetlendireceği düşünülürken ne yazık ki böyle olmamıştır (uzakları yakında etmesine rağmen).
Yeniliklerde birçok konuda çığır açılmıştır. Bir ülke hapşursa komşu ülke nezle olmuş, çıkan savaşı canlı yayından izlemeye başladığımız, hayretler içinde kaldığımız bir çok gelişme yaşamış ve yaşamaya devam ediyoruz.
Peki insan bu süreçte, çevresinde o kadar çok uyaran varken, mesela; akıllı telefonlar, sosyal ağlar, alışveriş siteleri vs. acaba gittikçe yalnızlaşamaya mı başladı?
Dün sağlık merkezindeydim. Bir grup genç doktorun kapısında oturmuş bekliyordu. 10 gencin sadece birinin elinde kitap, diğerlerinin elinde telefon vardı ve tam anlamıyla telefona gömülmüşlerdi.
Önceleri böyle beklenilen yerlerde, bir iki lakırdı edilirdi. Aslında bunları da geçtik. Aile içinde bireyler, eşler, kardeşler, çocuklarla ebeveyn ilişkileri, hatta sevgili çiftlerde de hem bir arada gibiler hem değiller. Aynı evde yaşamak anlamak ve anlaşılmak için yeterli mi? Bunun ötesinde ailenin yapısı, ailedeki kurallar, sınırlar, ailedeki güç dengesi bu profili belirlemede en büyük etken oluyor.
Anlaşılmadığından şikâyet edenlere bir sorum var. Kendini yeterince tanıyor musun ve kendini önce sen anlıyor musun? Duyguların, düşüncelerin, yaşamış olduğun geçmiş yaşam olayları, stresi yönetme biçimin, ve en önemlisi de yaptığın davranış veya söylediğin sözlerin ne kadarı kendin ile ne kadarı karşındaki kişi ile ilgili olduğudur. İnsan biraz karmaşık bir varlıktır. Bazen kendini anlamadığın, kendini şaşırtan davranışlarda gösterdiğin olmuştur.
Bütün bunlara rağmen kişinin büyük ölçüde kendisini gerçekçi bir biçimde anlaması, karşı tarafı da anlamaya yönlendirecektir. Kırması gereken en önemli şey ise “önyargılarını” törpülemek ve esnek olabilmeyi de deneyimleyebilmesidir.
Çok dikkatimi çeken bir konu da “hak vermek” çerçevesinde şekillenen bir ilişkide iki taraf da istediği neticeyi alamadığı görülüyor. Haksız mıyım? Bana bir kere de hak ver. Bu perspektiften bakınca karşı tarafın ruh hali, tutumu, ne düşündüğü önemli olmuyor ve yanlış baş etme stratejisi, insanı anlamayı zorlaştıran bir etken oluyor. Kişinin neden böyle davrandığını görüp hem de davranışının yanlış olduğunu fark edebiliriz. Yüzeysel yaklaşım ilişkilere olan güveni sarsar ve kişi anlaşılmadığını düşünür Resmin sadece bir karesine bakınca kişi bütünü kaçırmış olur.
Yapılan bir yanılgı da hemen karar vermek, fevri davranışta bulunmaktır. Oysa karşındaki kişinin düşünme düzeneğini fark etmek, o anda derin bir nefes almak, bir parça durmak ve olayın bütününe bakınca daha sağlıklı ilişki ve iletişim kanalları açılır beraberlik daha iyi yöne evrilir.
Önemsediğim bir konu da kişinin sadece söyledikleri değil, sözlerinin arkasında, beden diliyle size vermiş olduğu ipuçlarını yakalamaktır. Çünkü iletişim sadece sözlerden ibaret değildir.
Tam anlamıyla, kendini anlamak, tam anlamıyla başkasını anlamak mümkün olmasa da burada bir denge unsurunun olması, empati yapabilme, farklı ruh hallerini anlama ve bu sonucun neden oluştuğunu görmeye çalışma, sevgi ve saygı ile çerçevelenen ilişkilerde anlamak ve anlaşılmak hayatı kolaylaştıran güzel dokunuşlardandır.