İstanbul’da Beyazıt’tan Aksaray’a giderken sağda, yol seviyesinden yüksekte, çevreye hakim zarif bir cami vardır: Lâleli Camii.
Bulunduğu semte adını vermiş olan bu cami Osmanlı padişahı III. Mustafa tarafından 1759 – 1763 yılları arasında Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirilmiş bir külliye içerisinde yer almaktadır. Caminin adı ise, padişah III. Mustafa’nın veli saydığı Laleli Baba’nın isminden gelmektedir.
Lâleli Külliyesi padişahlar tarafından yapılmış son külliyedir. Sultan III. Mustafa’nın hayatta iken yaptırdığı bu külliye, İstanbul’un Fatih ilçesinde Lâleli semtinde Ordu Caddesi üzerinde bulunur.
Camiye adını veren Lâleli baba ile padişah arasında geçen bir de hikâye vardır.
Sultan, bu camiyi yaptırırken çevrede Lâleli Baba namında her sözü hikmetli evliya bir zatın yaşadığını öğrenir. Onunla görüşmek, sohbetinden istifade etmek istediğini söyleyerek haber gönderir. Lâleli Baba, padişahın kendisini ziyaret etmek istediği haber alınca buyur eder. Padişah, Lâleli Baba’nın sohbetinden pek memnun kalır ve onunla daha sık görüşme arzusunu belirterek ayrılırken bir soru sorar.
“Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?
Lâleli Baba cevap verir:
“Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacetini yapabilmektir”, der.
Hükümdar bu cevaptan pek hoşnut olmaz. Başından beri hikmetli konuşmalarıyla kendisini etkileyen kişiye böyle bir cevabı pek yakıştıramaz, nezaketsiz bulur. Padişahın gönlünden geçen bu düşünce ve itiraz, Lâleli Baba’ya malum olur. Yakında görürüz, anlamında bir tebessümle sultana mukabele eder.
Padişah ve beraberindekiler oradan ayrılıp saraya dönerler. Ertesi gün padişah rahatsızlanır. Bir türlü ihtiyacını giderememektedir. Saray hekimleri seferber olurlar. Çeşitli otlar ilaçlar nafile. Hiçbir çare bulamazlar. Padişah kıvranmakta bir türlü rahatlayamamaktadır. Nihayet hatasını anlar, ve bu hâlin Lâleli babanın sözüne itirazından dolayı başına geldiğine hükmeder. Derhal adamları ile Lâleli babanın yanına giderek hata ettiğini, kendisini affetmesini rica eder.
Lâleli Baba, Allah’ın nice nimetlerine sahip olduğumuz halde, alışkanlık sebebiyle bunların kıymetini bilmiyoruz, der. Yiyip içtikten sonra ihtiyaç gidermenin büyük bir nimet olduğunu hatırlatır.
“Pekala, rahatlaman karşılığında ne vereceksin?” der.
Padişah: “Senin bölgende yaptırdığım o camiyi sana bağışlayacağım.”
“Yetmez” der Lâleli baba.
Padişah birçok şeyler daha bağışlar.
Şeyh, “Bunlar yetmez” demeye devam eder.
En sonunda, “Seni affederim, bu halden de kurtulursun ama karşılığında saltanatı isterim, yoksa kendin bilirsin” der.
Padişah bu halden o kadar bunalmıştır ki “O da senin olsun” der.
Baba dua eder, “Haydi git Allah’ın izniyle kurtulacaksın” diyerek sırtını sıvazlar.
Padişah gerçekten bu sıkıntılı halden kurtulur ve çok rahatlar. Fakat saltanat da elden gitmiştir.
Hikaye bu ya, koskoca Osmanlı sultanı çaresiz, saltanatı teslim etmek üzere adamları ile Lâleli babaya gider. Lâleli Baba sultanın haline bakıp der ki:
“Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize lazım değil, al yine senin olsun. Bize sadece caminin adı yeter.” diyerek padişahı yolcu eder.
Demem o ki, hikayede bize aktarılan en önemli nokta sağlık her şeyden önce gelir. Ayrıca, birlik ve beraberlik içinde yaşamak varken fitne, fesat ve kötü niyetli insanların doldurmaları ve kışkırtmaları bizleri kandırmamalı. Müslüman alemi olarak kenetlenmeli haktan yana olmalı, akraba, komşu ve dostlarımızla aynı yolda yürüyebilmeliyiz. Hep birlikte istişarelerde bulunmalı, hastalarımıza kol kanat gelmeli, yoksullara yardım etmeli ve kolu komşuyu gözetlemeliyiz. Ümmet olarak hak yolundan gitmeyi başarırsak Allah bizlere yardım eder, bizleri felaket ve belalardan uzak tutacaktır. Ne zaman yolu şaşırdık ise musibetlerin bizleri bulacağını bilmeliyiz.
Vesselam…
Not: Hikaye bir blog sayfasından alıntıdır…