Şu sızar derin kayalıkların arasından. Ruhuma sızan ve kemiklerimi kemiren zehir gibi..
Oysa ben, Kırgın, hoyrat dağların kırılgan ve nazlı bakışlı çiçekleri gibiyim..
Sessiz dalgaların ürpertici kokusu gibi üşür ellerim
Bir barksız kadar yalnız ve bir aşk gibi her şeyim.
Bir tarafım yeryüzü gibi kalabalık ve zalim , bir tarafım gök yüzü gibi berrak ve ulu.
Yalnızlıkta mabedim gönlüm iken ,ben aşk iken mabed benim.
İşte bunun için tapıyorum , bunun için mabet benim ,fer benim , çehrendeki hicran ben, nasırlanmış ellerinin, içindeki yüz benim.
Zira ansızın uğrardın mısralarıma ve tüm çiçekler kurur bir sen kalırdın ,..
Bak işte görüyorsun gönül denen yer benim..
Belki de karanlık cümlelerimin , dayanağıydın mum ışığında.
Sözün sözsüz dilinde , söz söyleyen yer benim
İşte bak
Bir yaradılışın çırpınan nefesiydi göğsümün kemiklerine dokunan
Nefesinde ki hay benim, hayat benim ,mevt benim.
Ve son ayetiydi bu suremin ..
Ve hilkatinin cüz,’ünde bendim okunan.
Okutulan kâinatın katibi benim.
Ağrıyan ,sancıyan sızlayan ...
Milattan önceki mağarlarımda yetişen bir ibadetin küskünlüğüydü bu ..
Ve açmadı hiç bir çiçek senin gibi ,gönül bağımı okşayan..
İşte bak , kulluğunu avuçlayan cüz’ündeki kül benim.
Ve şimdi öpücükler konuyor gözlerinden zihninine serilen seccadene ..
Kalkmadan, kıldırmayan namaz benim.
Erkam Yıldırım (Siruni)